Adalet Ağaoğlu – Bir Düğün Gecesi

Hasan

New member
ADALET AĞAOĞLU – BİR DÜĞÜN GECESİ
Adalet Ağaoğlu’ndan nefis bir roman: Bir Düğün Gecesi.

Okuduğum birçok kitap gibi bu kitabın da ilk bölümleri oldukça sıkıcıydı. Ta ki Tezel ile karşılaşana dek. O anlattıkça, o anlatıldıkça kitap su gibi aktı gitti. Dar Zamanlar serisinin ikinci kitabıymış meğer. Ölmeye Yatmak ve Hayır isimli kitapları da serinin diğer kitapları. Şu an başka bir kitaba geçtim ama bulduğum ilk fırsatta diğer iki kitabı da mutlaka okuyacağım.

Not defterime birkaç satır eklemişim kitaptan. İlk başlarda her şeyi kopyalıyordum, sonra kayboldum satırlarda, ne aklıma not almak geldi ne de tutulduğum cümleleri ezberlemek.

“Hâlâ çok yakışıklı olduğunu biliyor musun?”

İçten mi? Dalga mı geçiyor? İçten olmasını diliyorum. Hoş bir duygu bu, neden saklamak: Bana kız öğrencilerimin sık sık duydukları hayranlığı bile anımsatıyor şimdi. Hoş, çok hoş bir duygu. Olgun, dengeli bilim adamlığından sıyrılıvermek gibi, insanlar içinde herhangi bir insan oluvermek gibi… Herhangi biri olmak hiç acı vermiyor sanki bana. Ansızın. Bir an için de olsa…”
(Sayfa 46-47)

“Bu öğle sonu hâlâ beklediğim bir şeyler olduğunu korkuyla algıladım. Saat dört sularında. Sami gelmemişti. O ağır, yüklü bulutlar bir türlü boşanıp inmemişti. Beklediğim büyük yağmur yağmamıştı. Bir rüzgâr patlamamıştı. Hava ne kararmış, ne aydınlanmıştı. Yokuş aşağı iniyordum. Cihangir’e doğru iniyordum. Deniz bir türlü karşıma çıkmıyordu. Deniz benim oturduğum sokakta bir türlü çıkmaz insanın karşısına. O eski külüstür apartmanın sürekli tavada balık kokan merdivenlerini onca tırmanırsın, tâ tepeye, benim kötü bir gaz sobasıyla ısınıyormuş gibi olduğum iki odalı döküntüye girersin, dosdoğru cama yürürsün de, deniz yine göstermez yüzünü. Pencerenin önü yeni, büyük yapılarla örtülmüştür. Örtülmese ben burda oturamazdım. Yarın burası da yıkılacak. Burası da
ardındaki başka yapıları örtecek. Şimdi içlerinde bir Tezel’in ya da Tezel gibilerinin oturdukları yapıları. Deniz bizden hep kaçırılacak ve yağmur hep, yağmuru hiç seçemediğimiz yerlere yağacak.”
(Sayfa 49)

“Ama şuramda bir bulantı. Gitmiyor, geçmiyor. İnsanlar arasında durmadan mikrop gibi yayılan bir hastalığın bulantısı bu. Kuşku ve güvensizlik. Bunları böyle böyle düşünmek zorunda kalışım… Yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese. Şu anlamda ya da bu anlamda…”
(Sayfa 55)

“Bitti. Geçiştirdi yüreğine damlayan yağmuru. Şimdi kupkuru bir gökyüzü. Kupkuru bir yürek.”
(Sayfa 66)

“Gorki ‘Bir daha hiç’ sözünden iğrenirmiş. Ben ‘Hiçbir şey’ sözünü ağzıma almazdım. Hangi gün, o günün hangi saatinde sözlüğüme girmiş?”
(Sayfa 66)

“Sevgimizin kılıfı içine ya çok dar geliyorum, ya çok bol duygusu taşıyorum. “
(S.107)

“Yere, erimiş sulu karın oluşturduğu renkli, ışıltılı küçük bir gölcüğe bakıyordum. İki yanağımdan öpüldüğümü duydum. Bıyıklarımın iki yanma birer çiçek asılmış da, onları düşürmek istemezmişim gibi kıpırtısız kalakaldım.”
(s.113)
 
Üst